14 Temmuz 2011 Perşembe

Medeniyeti Ayağa Kaldırmak


İslam Medeniyeti’nin yaşadığı tüm coğrafya, yani İslam Coğrafyası yüzyıllardır gaflet, bölünmüşlük ve dolayısıyla sefalet içinde yaşamakta. Öyle büyük bir sefaletin içinde bulunuyoruz ki, bırakın bütün bir coğrafyanın bütünlük oluşturmasını, İslam Medeniyet Havzası’nda yer alan devletlerin neredeyse hiçbiri kendi içinde bile bir bütün halinde değil. Irak üç parça, Afganistan’da kimin neye hizmet ettiğini anlamak güç, Kafkaslar’daki milletler Rusların elinde perişan, Balkanlar’da Bosna yaşadığı travmadan hala kurtulamadı, Kosova ona keza, Libya, Mısır, Tunus gibi görece daha rahat olan ülkeler ‘Arap Baharı’ adı verilen ama sonbahar gibi görünen bir karışıklıkla darmadağın oldular. İslam Devrimi’nden sonra toparlanan İran her ne kadar bu ülkelerin içinde en iyi durumdaki ülke gibi gözükse de rejim muhalifleriyle yaşanan sorunlar bir yandan, ABD ile sürekli artıp azalan gerginlik diğer yandan İran’ı tehdit ediyor. Belki de tüm İslam Coğrafyası içinde en rahat ülke Suudi Arabistan; kraliyet ailesinin ABD ile iyi ilişkilerinin neticesinde son elli altmış yıldır neredeyse hiçbir büyük sorunla karşılaşmadılar. Petrollerini satıyorlar, Hac Turizmi sayesinde milyar dolarları kazanıyorlar fakat İslam Coğrafyası’ndaki hiçbir ülkeye zerre miktar faydaları dokunmuyor. Bu kategoriye aynı zamanda Birleşik Arap Emirlikleri’ni de katmak mümkün. Zevk ve sefa içinde yaşayan, tüketim çılgınlığının doruklarında gezinen emirlikler de yine İslam Coğrafyası’nda yaşanan her şeye yabancı.
Türkiye ise Osmanlı bakiyesi büyük bir medeniyetin mirasçısı olması hasebiyle bu coğrafyanın en dikkat çeken, hep örnek alınan ülkesi olmakla beraber, doksan yıllık cumhuriyet tarihinde bu rolünü asla iyi anlayamamış ve dolayısıyla kurgulayamamış bir ülke konumunda. Gelişmişlik düzeyini Batı’ya endekslerken, bilim ve teknoloji ile kültürün apayrı şeyler olduğunu unutan, bunun sonucunda da yaklaşık dört yüzyıldır büyük bir kültür buhranı yaşayan Türkiye, İslam Coğrafyası içinde belki de en fazla sorumluluğu olan ülkedir. Osmanlı Gerileme Devri’nden itibaren Batı Dünyası’nı hep bir medeniyet projesi olarak algılamakla yaptığımız hatalar Osmanlı’yı yıkılmaya sürükledi. Bunu durdurmaya ve geri çevirmeye çalışanlar ise hep ‘irticacı’ damgası yediler. Abdülhamit Han’a ‘Kızıl Sultan’ damgasının vurulması, ‘baskıcı’ ilan edilmesindeki temel sebep de aslında Sultan’ın Batı’daki ilerlemeyi kabul etmekle birlikte Batı Medeniyeti’nin kültürümüz içinde yeri olmadığını bilmesi ve ıslahatlarda bu tehlikeyi savuşturmak istemesindendi. Milli Mücadele esnasında halk da Mustafa Kemal de aslında İslam Medeniyeti’nin esasları içinde bir mücadele vermiş ve Kurtuluş Savaşı böyle bir ruhla kazanılmıştı. Fakat cumhuriyetin başından itibaren yapılan inkılâplardaki bazı hususlar yine Batı’yı ve onun medeniyetini örnek kabul ederek yapılınca, köklerimizle aramızdaki uçurum doksan yıllık cumhuriyet tarihinde giderek arttı. Bugün geldiğimiz noktada yaşadığımız Medeniyet Buhranı’nın en temel sebeplerinden birisi de maalesef bu inkılâplardır. Genel olarak, Batı Medeniyeti’ni ulaşılması gereken bir hedef olarak kabul etmek; dinimize, yaşam tarzımıza, kısacası medeniyetimize uygunluğunu düşünmeden “Batı’da ne varsa iyidir.” düşüncesi ile Batı’yı bire bir taklit etmek, bugünü hazırlamıştır. Bugün, bütün İslam Coğrafyası ile birlikte Türkiye, pusulasını kaybetmiş bir gemi gibi okyanusun ortasında yalpalamaktadır.

Medeniyet Eğitimle Başlar
Medeniyetimizi ayağa kaldırmanın sacayaklarının belki de en önemlisi eğitimdir. Eğitim sisteminin gerçekten ‘Milli ve Manevi’ vasıflarda yeniden yapılandırılmasından gayrı bir çözüm önerisi de yoktur. Batı medeniyetinden alınmış, bilimsellikten uzak ve adeta bir kopya sistemi olan eğitim sistemi içinde sürekli değişiklikler yapılarak hiçbir yere varamayız. Has Parti’nin seçim beyannamesi bu açıdan da bir kurtuluş öngörüyordu ancak Has Parti meclise giremediğine göre her yıl toplanan Milli Eğitim Şurası’nın cidden bir ‘şura’ niteliğinde toplanıp eğitim sistemimizi gerçek bir eğitim sistemi haline getirmesi şarttır.

 Bilimde ve fende batıyı örnek almak mantıklıydı belki, fakat batının eğitim metotlarının ya da okul düzeninin Türkiye’ye bire bir kopyalanması ne kadar doğrudur? Aşağı yukarı dört yüzyıllık süreçte kaç tane Mimar Sinan, kaç tane Ali Kuşçu yetiştirebildik? Evet, Mimar Kemaleddin, Oktay Sinanoğlu, Cahit Arf gibi mümtaz bilim ve ilim adamları yetiştirdik fakat onlardan ne kadar faydalanabildik?
Eğitim öğretim konusundaki eksiklerimiz ve hatalarımız o kadar büyük ki bu hatalardan tamamen dönmeden Medeniyetimizi yeniden inşa etmemiz imkânsız gözükmektedir. Eğitim öğretim alanında öyle büyük hatalarımız var ki, bugün başlasak belki 20 yılda düzelmeleri görmemiz mümkün olur! Bir kere Arap alfabesinin yerine Latin alfabesini koyduktan sonra, çocuklarımıza Osmanlı Türkçesi’ni öğretmemek 1940lardan sonra bütün bir Cumhuriyet neslinin geçmişiyle bağlarını kopartması anlamına gelmektedir. Bir nesil düşünün ki bırakın ilmi ya da tarihi eserleri, dedesinin yazdığı yazıyı okuyamıyor; belki dedesinden kendisine kalan tek hatıra olan bir mektubu okumaktan aciz bırakılmış. Batı medeniyetini örnek alırken keşke batılıların Rönesans ve Reform esnasında yaşadıkları büyük sıçramayı tarihlerinden dersler alarak yaşadıklarını görebilseydik! Batılılar Hipokrat’ın yeminini hala okurlarken bizler İbn-i Sina’nın kim olduğunu bilmiyoruz bile! Batılı her öğrenci büyük hatip Cicero’yu ezbere bilir fakat biz büyük vezir Nizamü’l- Mülk’ün Siyaset-name’sinden haberdar değiliz! Napolyon, Hitler gibi canavar ruhlu adamların hayatlarını bile ezbere öğreniriz lakin Fatih’i, Kanuni’yi, Yavuz’u, Abdülhamit Han’ı sorsalar, ağzımızı açamayacak durumdayız neredeyse! Hepimiz en az bir sefer Dostoyevski, Balzac, Şekspir okumuşuzdur ama Fuzuli’yi, Baki’yi, Ali Şir Nevai’yi, Kaşgarlı Mahmud’u hiçbirimiz bilmeyiz! Yahya Kemal’i ve hatta Necip Fazıl’ı okurken bile zorlanan nesiller yetiştirdik biz! Bugün geldiğimiz noktada lise öğrencilerinin nazarında bir pop şarkıcısı ya da bir rock grubunun solisti bütün bu saydığımız isimlerden önce gelir ve hepsinden daha itibarlıdır! Üniversiteye yüksek tahsil yapmaya gönderdiğimiz çocukların her birinin en az iki yıl intibak eğitimi almaya, öğrenme sürecinin nasıl başladığını öğrenmeye ihtiyaçları var! Tarih bilgisini 1923’ten başlattığımız bu çocukların hangisine tarih şuuru aşılanabilir? Bu medeniyetsiz çocuklara hangi medeniyetin tarihini öğretebilirsiniz? Bu çocukların hangisinden vatanını milletini bilerek tanıyarak sevmesini ve insanlarına faydalı olmak için yaşamasını bekleyebilirsiniz? Bütün eğitim sisteminin bu yoksunluklar ortadan kaldırılacak bir biçimde yeniden yapılandırılması ve bu yapılandırmanın hiç vakit kaybetmeden acilen yapılması şarttır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder